Tuesday 27 April 2010

gitmek ...


Bugünlerde herkes gitmek istiyor. Küçük bir sahil kasabasına,bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...Hayatından memnun olan yok. Kiminle konuşsam aynı şey...Her şeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.Öyle “yanına almak istedigi üç şey” falan yok.Bir kendisi. Bu yeter zaten.Her şeyi, herkesi götürdün demektir.Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor,
ani her şeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.Böyle gidiyor iste.
Bir yanımız “kalk gidelim”,öbür yanımız “otur” diyor.“Otur” diyen kazanıyor. O yan kalabalık zira.İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu...

En kötüsü alışkanlık...Alışkanlığın verdiği rahatlık,monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.Kalıyoruz. Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...Bir çocuk daha doğurmalar...Borçlara girmeler...Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.Misal, ben...Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum. Değil bu şehirden gitmek,iki sokak öteye taşınamıyorum. Alıp götürsem gelmez ki...Bütün sokağın köpegi olduğunun farkında.Herkes onu, o herkesi seviyor.Hangi birimizle gitsin?“Sırtında yumurta küfesi olmak” diye bir deyim vardır;
evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada. Ölüm var zira.Ölüme inat tutunmak lazım. İnadına kök salmak lazım.Bari ufak kaçışlar yapabilsek.Var tabii yapanlar. Ama az. Sadece kaymak tabakası.Hepimiz kaçabilsek...Bütçe, zaman, keyif...Denk olsa. Gün içinde mesela...Küçücük gitmeler yapabilsek.Ne mümkün.
Sabah 09.00, akşam 18.00.Sonra başka mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.Bir ömür karşılığı bir ömür yani.Ne saçma.Bahar mıdır bizi bu hale getiren?Galiba.Ben her bahar aşık olmam ama her bahar gitmek isterim.Gittigim olmadi hiç.Ama olsun... İstemek de güzel.

CAN YÜCEL

Tuesday 13 April 2010

Doktor bana ne olucak şimdi???


Bu soruyu ben hiç sormam sanırdım .. Daha önce pek çok kişiden duymuş kulak arkası etmiştim..Ama hayat bu yapmam dediğiniz herşeyi yapıyormuşsunuz ,sormam dediğiniz herşeyi soruyormuşsunuz hayat böyle birşeymiş ,,

Özcüğümün ısrarlarına dayanamayarak bu hafta içi gittiğim psiko:) ona böle demek istiyorum çünkü asıl adından güzellll :) bana lityum hastalığımın nüksettiğini ve bir insanı öldürecek kadar artık bende mevcut olduğunu yüzüme acımasızca söylediğinde , ben sadece dinledim .. Ve bütün hayatımı düşündüm dipsiz kuyulara girdiğimi ve bir yolunu bulup çıktığımı ..Ama uzun zamandır sevdiklerime itiraf edemediğim önemli birşey vardı: ben artık mutluluk oyunu oynuyordum ve bu oyun insanı gerçekten çok mutsuz ediyordu .. Hemen kendimi toparlayıp bana ne olucak şimdi doktor dedim ?
Doktor aynı donuk ifadeyle eğer ilaçlarını kullanmazsan ölüm haberini yakında alırız dedi..(ne kadar acımasız oluyor bu doktorlar insan alıştırarak söyler:)) Benim sevdiklerimin olduğuna dua etsin bu lityum; yoksa ben o ilaçları kullanmazdım ama sevdiklerim var ve biliyorum benim için üzülecekler .

İlaçlarımı kullanmaya başladım daha çok az oldu ama en önemli değişiklik açıkça herkese herşeyi söylüyorum neden bilmiyorum bir hata mı gördüm pat , birşey yapmak istemiyor muyum pat ..İlaçlar mı beni değiştirdi yoksa ben zaten değişmiştim de tetikleyicisi onlar mı oldu şu an bilmiyorum ama hastalığı kabullenip ilaç kullanmaya başlamak bile aslında vücudumdaki eksik olan minerali kabullenmekmiş..

İlaçlarımı aldım,gözlerimi kapattım ,açtığımda baktım dünya güzel,insanlar iyi olabilirmiş .. Tünelin ucunda da çokta parlak olmayan ama yine de bir ışık varmış,ben onu biraz da olsun görmeye başladım artık..